Çağdaş Dönemde Toprak Birliği İlkelerinin Yeni Açıları

Çağdaş Dönemde Toprak Birliği İlkelerinin Yeni Açıları

Uluslararası ilişkiler, genelde toprak uğruna mücadele temelinde oluşmuş ve gelişmiştir. Daha 20.yüzyılın başlarında kara rezervleri tamamen paylaştırılmıştır. Bu bölgelerin küresel anlamda yeniden paylaşılması çabaları iki dünya savaşlarına neden oldu. Zaten bu savaşları sonucu şiddet yoluyla sınırların yeniden çizilmesinin imkânsız olması kanısı ortaya çıktı. Fakat doğal olarak yeni çatışma ocaklarının ortaya çıkmayacağına da kimse garanti veremez. Uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler teorisinde toprak - devletin önemli özelliklerinden birisidir ve konumlaştığı bölgelerin korunması tüm canlıların, bu bağlamda insanların içgüdüsel hakkı olarak kabullenir.

Hakan Memmedov

Belirlendiği gibi, temel ilkeleri BM tüzüğünde yansıtılmış çağdaş uluslararası hukuk, devletlerin bağımsızlığına, toprak birliğine karşı askeri şiddet kullanmayı yasaklıyor ve silahlı işgal ağır uluslararası suç sayılır. Uluslararası hukukun, devletlerarası ilişiklerin savaş yoluyla çözümünü yasaklamasına rağmen, bu ilişkilerin silah gücüne kendi çıkarı için devletlerin olmaması demek değildir.

Küreselleşme ortamında çok uyruklu devletlerde milli meselelerin çözüm modeli olmaz. Tüm etnik grupların sorunsuz yaşadığı halde, çok uyruklu devletler daha başarılı hayat standartlarına sahip olabilir. Buysa direk devletlerin ekonomik durumuna bağlıdır. Her bir devlet burada yaşayan etnik, dini ve milli azlıkların ortak evine dönüşmeli. Fakat çağdaş aşamalarda her bir etnik grup için ayrılmış, başkalarından "arıtılmış" tek milletli yarım devlet kurmakla hiçbir sorun çözülemez. Şimdi demokratik Batı devletlerinde milli sorunlar kişinin bireysel ve etnik grupların kamu haklarının korunmasına dayanarak çözülmekte. Genellikle idari bölmeler bu grupların bölgeler üzere dağıtımı öngörülmez. Bu yüzden de halkların "tarihi sınırlar" konusu, kendiliğinden yalnız yeni yeni çatışma ocaklarının alevlenmesine neden olmakta.

İnsan haklarının avantajı yeni gerçeklikler - dünyanın iki kutuplu sisteminin çökmesi halinde, "soğuk savaş"ın bitmesinin etkisiyle şekillenen yeni güvenlik örneğinin önemli öğelerindendir. 18 - 19 Kasım 1999 tarihinde İstanbul'da, ATET Zirve Toplantısında kabul edilmiş Avrupa Güvenlik Anlaşmasında milli azlıkların haklarının korumasıyla ilgili önemli şıklar yer almaktadır: "Milli azlıklar da girmekle, tüm insanların hakları savunulmalıdır. Milli azlıkların haklarının korunması bir amaç olunması yanında, ülkelerin toprak birliğini ve bağımsızlığını pekiştirir... Çatışma ortamında sivil insanların savunmasını artırmak için uluslararası insan hakları uygulanmasını geliştirmek yolları araştırılacaktır".

Irkına, dinine ve uyruğuna rağmen, bölgede yaşayan insanları temsil eden hükümetin varlığı devletlerin parçalanmasını, siyasal ve toprak bütünlüğünün bozulmasını önler, bu koşul kendi kaderini çizme hakkının gerçekleştirilmesi mekanizmasını sivil yasalarla denger. Bu yüzden de eğer hükümet ayrım yapmaksızın insanların genel haklarına saygı çerçevesinde halka siyasal ve sosyal hayata katılmak fırsatı tanıyorsa, bu devletin toprak bütünlüğünün, siyasal birliğin bozulması yasadışı sayılır.

1993 yılı insan hakları konulu Viyana konferansında da kendi kaderini çizme hakkının ve bu bağlamda etnik, milli sorunların istikrarı bozan etkisini azaltmaya yönelik konuların önemini yansıtan durumlar tartışıldı. Şimdi değişik milli kültürel özerklikler bu veya diğer halkların etnik özgülüğünü korumalarına, din, kültür, dil, eğitim ve diğer alanlarla ilgili çok değişik sorunların çözümüne fırsat sağlıyor.

Özerklik birçoğu durumlarda devletçilik şeklinde ortaya çıkmakta ve insan haklarına uyulduğu, milli azınlıkların çıkarlarına dikkat edildiği durumlarda onların gelişmesiyle ilgili sorunların çözülmesine yardımcı olur.
BM'nin 18 Aralık 1992 yılı tarihli beyannamesinde (Milli, Etnik, Dini ve Dil Azlığına Sahip Kişilerin Haklarının Ait Beyanname) denilir: "Bu beyannamede yer almış hiçbir durumdan BM'nin amaçları ve ilkelerine uymayan çalışma türüne hak vermek için kullanılamaz. Bağımsızlık, toprak bütünlüğü, siyasal bağımsızlık ilkeleri korunmalıdır". 18 Nisan 1995 tarihinde Strasburg'da AB üyeleri ülkelerin imzaladığı "Milli Azınlıkların Savunulması Çerçeve Sözleşmesi"nde da benzeri fikirler yer almakta:

"Bu Çerçeve Sözleşmesinin hiçbir şıkında uluslararası hukuk ilkelerini, bu bağlamda da, ülkelerin eşitliliği, toprak bütünlüğü ve siyasal bağımsızlına gölge düşüren çalışmaya hak vermek için kullanılamaz".

Şimdiki aşamada bağımsız eşitlik sözleşmesine aşağıdaki öğeler girer:

1). Yasal açıdan tüm devletler eşittir; 2). Her bir devlet tam bağımsızlığa ait haklarını kullanabilir; 3). Her bir devlet diğer devletlerin yasal subye statüsüne saygı duymak zorunda; 4). Devletlerin toprak bütünlüğü ve siyasal bağımsızlığı dokunulmazdır; 5). Her bir devlet kendi uluslararası yükümlülüklerini vicdanla yerine getirmeye ve diğer ülkelerle barış ortamında yaşamaya borçludur.

Uluslararası ilişkilerin temelini oluşturan tüm bu ilkeler toprak iddialarına dayanarak ortaya çıkan uluslararası sorunların dengelenmesinde çok önemlidir. Avrupa'da güvenlik ve işbirliği üzere toplantının (1975) sonuç belgesinde belirtilen ilkeye göre: "Katılımcı devletler birbirini ve tüm Avrupa ülkelerinin devlet belgelerinin dokunulmaz olduğunu belirtiyor ve bundan sonra ne olursa olsun, sınırların olduğu gibi kalmasını beyan ediyorlar". Bu anlamına göre, ülkelerin birbirine karşı toprak iddialarından imtina ettiğini bildiriyordu.

Bunun yanında, 7 Ağustos 1993 tarihinde BDB katılımcı ülkeleri sınırların dokunulmazlığın ait beyanname, peşinden 15 Ağustos 1994 yılındaysa BDB ülkelerinin bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün korunması, sınırlarımım dokunulmazlığına ait beyanname imzalamışlar. Yani uluslararası ilişkilerin çağdaş açılarına uygun olarak, devletler diğer devletlerin belirlenmiş sınırlarına saygı duymaya yükümlüler. Fakat Berlin duvarı yıkıldıktan sonra eski Sovyet mekanında bazı çatışma ocakları ortaya çıktı.

Yapılan anlaşmaya zıt olarak, toprak iddiaları ortaya atıldı, insan hakları toplu şekilde çiğnendi (İnsanların öz topraklarından kovulması, ait olduğu soya göre insanların katledilmesi vs.). Tüm bunların uluslararası suç olduğu kimseyi kuşkulandırmıyor. İşgalci devletlerin suçlarını saklamak ve temelsiz iddialarını için halkların kaderini belirlemek hakkına, hem de bu hakkın en aşırı şekillerine dayanmaya çalışmalarına dikkat etmek gerekir.

17 Haziran 1998 yılında Roma Konferansı uluslararası suç mahkemesinin statüsünü kabul etti. Bu belgeye göre soykırımı, insanlığa karşı suç (sivil halka yönelik tehcir, göçürme, işkence, katil olayları), askeri suçlar, işgalcilik vs. gibi olaylar uluslararası hukuk alanına girer. Yukarıda adı geçen suçların hepsi, genelde halkların kendi kaderini belirlemek mazeretine dayanan toprak iddialarının sonuçlarıdır. Fakat BM tüzüğüne göre (b.55, 73, 76, m.1, p.2.) halkların eşitliliği ilkesinden ve halkların kendi kaderini belirleme hakkından hiçbir ödünce, ayırıma yol vermeyen (devlet yönetiminde halkın tüm tabakalarının temsilciliğini sağlayan) ülkelerin siyasal ve toprak birliğinin bozulması amacıyla kullanılamaz.

Böylece yeni uluslararası ilişkilerin belirlenmesi ortamında devletlerin bağımsız eşitliği ve toprak birliği ilkesinin işlevi bir daha belirliyor ki eşitlilik ilkesi ülkeler arasında işbirliği ve ilişkilerin, bu bağlamda uluslararası istikrarın en uygun temelini oluşturmaktadır. Buysa ister sivil yolla, isterse de silah gücüne sınırların değiştirilmesi iddialarının kabul edilemez olduğunun göstergesidir.                              

 

 

DİĞER MAKALELER